Merhaba Hoşgeldiniz!!!!!
 
  Ana Sayfa
  Türkiye
  İletişim
  Cem YILMAZ'dan
  Şarkıcı,artist resimleri
  Resim
  Atasözleri
  Hepsi 1
  Avril Lavigne
  Yeni sayfanın başlığı
  Galatasaray resimleri
  Chat
  Ziyaretşi defteri
  TV seyret
  Hayvanlar alemi
  Sarkı sözleri
  Nickler
  Burclar
  Rüya tabirleri
  E-mail adresleri
  Msn smiley
  Msn adamları
  Çılgın dershane kampta
  Galatasaray sözleri
  Sözler
  SEVGİ resimleri
  İstiklal Marşı
  Maniler
  Ninniler
  Önemli bluşlar
  EN güzel seçilen resimler
  Winx
  Genç Tiyatro
  Tezarruatlarrrrr
  Beşiktaşlı sözleri
  Galatasaraylı sözleri
  Fenerbahçeli sözleri
Genç Tiyatro

Genç tiyatro

 

AHMET MERCANKAYA

 

Oyunun konusu:  Bu günün ailesinde otoriter bir babanın çocuklarıyla yaşadığı sorunları mizahi bir dille anlatmaya çalıştım.

 

OYUNCULAR

1) KEMAL (Baba)

2) NERİMAN (Anne)

3) OSMAN (Kemal'in babası 60'lı yaşlarında)

4) SEVİNÇ (20'li yaşlarında kız çocuğu)

5) ERTUĞRUL (16–17 yaşlarında oğlan çocuğu)

6) İHSAN (Neriman'ın kardeşi Almanya'dan geldi.)

7) HELGA (İhsan'ın sevgilisi)

8) AYFER (Neriman'ların komşusu)

9) TEOMAN

10) DOKTOR ÖMER (Komşu)

 

 

(Perde açılırken anne ütü yapmaktadır. Sahne dekoru bir ev şeklindedir. Ütü yapan annenin sesi duyulur;)

NERİMAN:  Öf be öf! Sanki dünyaya iş yapmaya geldik. (Sahne dışından kızın sesi duyulur)

SEVİNÇ:  Anne elbisem hazır mı? Teoman birkaç dakika sonra gelir

NERİMAN:  Hazır hazır.20 yaşına geldi hala ütüsünü biz yapıyoruz. Evlenince ne olacak ben onu merak ediyorum. (Dış kapının zili çalınır) Sevinç koş kızım şu kapıya bak...

SEVİNÇ:  (sevinçli sevinçli) Teoman geldi, Teoman geldi.

NERİMAN: Bakıyorum da pek mutlusun. (Dışardan sevinç'in sesi duyulur.)

SEVİNÇ: Hoş geldin baba. (Babayla beraber içeri girerler. Baba koltuğa oturur. Sevinç ütü masasındaki elbiseyi alır) Sağol anne. (Oda kapısından çıkar)

NERİMAN: Bir şey değil kızım, görevimiz. (yorgun bir şekilde Kemal'in yanındaki koltuğa oturur)

KEMAL: Ne o hanım kız mutluluktan uçuyor?

NERİMAN: Üniversiteden arkadaşı, Teoman mı ne var ya, o geliyormuş.

KEMAL: Kızı yalnız başına mı isteyecek?

NERİMAN: Kızı istemeye değil ya. Hani Sevinç'in bir arkadaşı var ya Gamze mi ne, işte onun doğum gününe gideceklermiş.

KEMAL: Gamze'nin evi uzak değil mi buraya? Ben götürseydim.

NERİMAN: Çocuğun zaten kendi arabası var.

KEMAL: Hanım ben 20 senedir çalışıyorum aldığım eski püskü bir şahin. Daha dünkü çocuğun arabası mı var?

NERİMAN: Araba değil ya? Hani şu 4 çarpı 4 mü ne diyorlar ya ondan işte.

KEMAL: Jeep yani.

NERİMAN: Her neyse.

KEMAL: O zaman çocukla ben evleneyim. Hem ne iş yapıyormuş babası?

NERİMAN: 3 katlı dükkânları mı ne varmış.

KEMAL: Senden korkulur Neriman FBİ gibisin valla. Nereden öğrendin bu kadar şeyi?

NERİMAN: Sevinç söylediydi.

KEMAL: O zaman sen bayadır biliyorsun arkadaş olduklarını.

NERİMAN: Valla 4–5 ay olmuş. Çocuk ciddiymiş zaten.

KEMAL: Kızın Okulu bitmeden kimseyle evlendirmem ben, söylersin Sevinç'e. Hem nasıl bir çocuk?

NERMİN: Sevinç çok beğeniyormuş. İçkisi, kumarı hiçbir kötü alışkanlığı yok diyor.

KEMAL: İyi iyi.(Kapı çalar)

NERMİN: Ben bakarım. (Neriman kapıya bakmak için dış kapıdan çıkar, geldiğinde yanında Teoman'da vardır. Teoman'a otur şeklinde işaret yapar kendi de oda kapısından çıkar. Teoman Kemal'le tokalaşır oturur.)

KEMAL: Nasılsın evladım ne var ne yok?

TEOMAN: Hamdolsun. Yuvarlanıp gidiyoruz işte.

KEMAL: İyi iyi yuvarlanın bakalım. Okul nasıl gidiyor?

TEOMAN: Bütünlemeden kaldım.

KEMAL: Olsun. Zaten hukuk fakültesi zordur.

TEOMAN: Ben hukuk fakültesinde değilim, benim bölümüm İşletme.

KEMAL:  Ee o da iyi canım okulu bitirince kimleri işletmeyi düşünüyorsun.

TEOMAN: Efendim?

KEMAL: Bir şey yok. (Sevinç odanın kapısından çıkar)

SEVİNÇ: Hoş geldin Teoman. Kalkalım istersen, fazla geç kalmayalım.

SEVİNÇ: Baba elbisem nasıl olmuş?

KEMAL: Kızım partiye gitmekten vazgeçip sirke felan mı gitmeye karar verdiniz?

SEVİNÇ: Nerden çıkardın baba. Oya’nın doğum gününe gidiyorum ya.

KEMAL: İyide kızım doğum gününde palyaçonun ne işi var?

SEVİNÇ: Amann baba sen ne anlarsın modadan yaa. Hadi görüşürüz(Dışarı kapısından çıkar)

KEMAL:  Durun ya ne aceleniz var, daha karpuz kesecedik. (onların çıkmalarının ardından hızla Neriman girer)

NERİMAN: Nasıl damadı beğendin mi?

KEMAL: Valla ne yalan söyliyeyim benim pek gözüm tutmadı.

NERMİN: Yok yok iyidir iyi.

KEMAL: İstersen takip edeyim onları, doğum gününe mi gidiyorlar diye.

NERİMAN: Ayol bir tek hafiyelik yapmadığın kalmıştı. Hem manyak mısın Kemal sen ya, söylediğin şey hiç normal mi? 20 yaşında kız, çocuk değil ya.

KEMAL: Doğru söylüyorsun hanım zaten bugün çok yoruldum.

NERİMAN: Allah Allah kahve köşelerinde okey oynamak o kadar zor muydu yaa? Tabi okey taşları çok ağırdır onları kaldırıp atarken falan kolun bayağı yorulmuştur. İstersen masaj yapalım koluna.

KEMAL: Yaa hanım birde dalga geçme. Ben sen gibi tüm hafta evde oturmuyorum.5 gün canımız çıkıyor bir hafta sonumuzda olsun artık.

NERİMAN: Yani ben her gün evde kös kös oturuyorum öğle mi?

KEMAL:  Evet.

NERİMAN: Tabi tabii. Ne oturması be her gün yediğin 3 öğün yemek gökten inmiyor herhalde. Sonra onların bulaşığı var. Senin kirli çamaşırların var evin temizliği varr...

KEMAL: Sen bu eve temiz mi diyorsun. Yuhh! Yav bi kere porselenler örümcek ağı bağlamış yıkanmamaktan. Hele camların üzerindeki toz? Bezle silsen gitmez anca jiletle kazırsın.

NERİMAN: Demek öyle. Yıllardır didindim, dişimi tırnağıma taktım mükâfatımız bu olacaktı he.

KEMAL: Hanım darılma ya. Şaka yaptık işte. Gülümse biraz sana gülmek yakışıyor.

NERİMAN: Alacağın olsun Kemal.

KEMAL: Bak işte ne güzel oldu.

NERİMAN: Hee Kemal sabah yönetici geldi, yakıt ücretlerine zam yapılacakmış.

KEMAL: Ne zammı ya, daha 3 ay önce zam yapılmadı mı zaten.

NERİMAN: Bende öğle dedim de, aldığımız kömür apartmanı ısıtmıyor dedi.

KEMAL: Eee kömürü kullanmazsan ısıtmaz tabii, sanki kömürün turşusunu kuracak cimri herif. Nerdeyse kutuplardan bile daha soğuk bir evde yaşıyoruz! Neyse ben yarın onla konuşurum.

NERİMAN: İyi ki bir emekli asker, her şeyi biliyorum sanıyor.

KEMAL: Elinden gelse apartmanı kışlaya çevirecek, neymiş efendim gece 10'da yatılıp, sabah 7'de kalkılacakmış. Biz bilmiyorduk sanki kaçta yatıp kaçta kalkacağımızı.

NERİMAN: Şeyy kemal bir şey daha var.

KEMAL: Söyle Hanım.

NERİMAN: Sevinç üniversiteden arkadaşlarıyla tatile gidecekmiş.

KEMAL: Tatile mi?

NERİMAN: Evet. Antalya’ya.

KEMAL: Ne birde Antalya’ya? Biz 25 senedir evliyiz bir gün tatile gitmedik, oturmaktan ağaca döndük dal budak saldık, hanım kızımız Antalya'larda şurda burda gezsin, yok öğle yağma.

NERİMAN: Arkadaşlarına mahcup olur Kemal. Hem daha 20'sinde bırakalım gençliğini yaşasın

KEMAL: Hanım biz senle balayımızı babanların evinde geçirmiştik hatırladın mı? O zaman biz genç değil miydik?

NERİMAN: Ama kız senelerdir çalıştı üniversiteyi kazandı bununda bir mükâfatı olacak elbette. Hem o devir gerilerde kaldı Kemal.

KEMAL: Ohh iyi be. O zaman bende bu yaştan sonra üniversiteyi kazanayım. Hem kız üniversiteyi tatillere gitmek için mi kazandı?

NERİMAN: Orası öğle ama sende izin ver işte Kemal.

KEMAL: Offf. Neyse tamam gitsin. Ama bak sırf senin için gönderiyorum Hanım.

NERİMAN: Sağol Kemal. (Telaşlı) Eyvah yemeği ocakta unuttum. (Oda kapısından hızla çıkar)

KEMAL: (Kendi kendine) Biz yine yazın sıcağında çalışıcaz, hanım kızımızda Akdenizin kumsallarında güneşlenecek. Bu devirde genç olmak varmış valla. (Zil çalar kemal kapıya bakmaya gider. Sahneye önce girer arkasında okul kıyafeti ve elinde karnesiyle oğlu Ertuğrul vardır. İkisi de oturur. Neriman dışardan seslenir)

NERİMAN: Kemal gelen kim?

KEMAL: Ertuğrul. Nerdeydin?

ERTUĞRUL: Arkadaşlarla biraz gezdikte.

KEMAL: İyi gez. Ee Karne nasıl?

ERTUĞRUL: Matematiği, fiziği, kimyayı, birde edebiyatı saymazsak iyi.

KEMAL: Ulan geriye ne kaldı zaten?

ERTUĞRUL: Valla baba hocaların bana gıcığı var. Hep notlarımı düşürmüşler.

KEMAL: Zaten hep öğle olur. İyi notu sen alırsın, kötü notu hocalar verir.

ERTUĞRUL: Ya fizikçiyi biliyosun zaten. Geçen dönem 4 olan notumu 1 yapmıştı.

KEMAL: E haliyle yapacak. Sen tut adamın arabasının tekerlerini patlat, kaportasını göçert, dikiz aynasını kır. Ondan sonra notumu düşürmüş. Peki diğer dersler?

ERTUĞRUL: Tarihçi olayını da biliyorsun?

KEMAL: Hani sandalyesine raptiye koymuştun da adam 3 ay kıçının üstüne oturamamıştı o mu?

ERTUĞRUL: Evet o.

KEMAL: Hayır annenle akrabalığımız falan da yok. Hadi akraba evliliği yaptık oğlan zihinsel özürlü oldu desem neyse.

ERTUĞRUL: Ya baba tamam hakaret etme.

KEMAL: Oğlum bak senin iyiliğin için söylüyorum bütün bunları. Oku da adam ol. Liseyi bitirince ne olacak? Hayat kızlarla gezmekle bitmiyor.

ERTUĞRUL: Baba sanki her şey bitmiş gibi konuşuyorsun. Daha lise 1'deyim.Hem okuyamazsam bile dayımın yanına gider orada çalışırım.

KEMAL: Oğlum sen bırak dayının yanını felan. Sanki Almanlar oturmuş seni bekliyordu

ERTUĞRUL: Ama bu ev dayımın.

KEMAL: Dayını Almanlar nasıl çalıştırıyor biliyor musun? Sabah sekizde gidiyor işe akşam sekizde çıkıyor. Günde 12 saat çalışmak ne kadar zor biliyor musun sen?

ERTUĞRUL: Sanki Türkiye çok rahat. Burada açlıktan öleceğime, orada Almanların yanında köpek gibi çalışır kral gibi yaşarım daha iyi.

KEMAL: Ertuğrul daha çok gençsin oğlum. Akla karayı ayırt edemeyecek kadar hayata pembe gözlüklerle bakıyorsun. Ama bir gün anlarsın bu ülkenin değerini. Fakat iş işten geçmiş olur. Hem okusan ne çıkar, bir baltaya sap olursun fena mı? Gerçi sen komple bir baltasın ama.

ERTUĞRUL: Eee yeterse yeter be. Burada oturup senin hakaretlerini dinleyemem ben. Odama gidiyorum. (kalkar hızla oda kapısından çıkar. Onun çıkması üzerine sahneye anne gelir, oturur)

NERİMAN: Kemal yine ne oldu?

KEMAL: Biraz nasihat verdim kalktı gitti.

NERİMAN: İyide sen nasihatı aşağılayarak mı verdin?

KEMAL: Neriman iyiliğini istiyorum onun. Büyüyüpte sokaklarda boş boş gezeceğine şimdiden biraz hırpalansın.

NERİMAN: Sen yinede biraz daha hoşgörülü ol. Hem o daha genç,15 yaşında. Onun ruh hali şu an patlamaya hazır volkan gibi. Sende ateşleyeceğim diye uğraşıyosun. Bence git gönlünü al

KEMAL: Tamam ben onun gönlünü alırım.(Kapı çalar)Neriman sen otur.(Kemal yaşlı bir adamla gelir. Sahnede kemal, Neriman ve de yaşlı adam vardır. Lafa ilk başlayan Kemal'in babası olur)

OSMAN: Off çok yoruldum Kemal.

KEMAL: Ne o sıra çok muydu baba.

OSMAN: Çok ne kelime mahşer günü gibi.

KEMAL: Baba oralarda çok yoruluyorsun. Gel işte maaşını bundan sonra Ertuğrul alsın.

OSMAN: Gerek yok be oğlum. Hem yürümüş oluyorum, ciğerlerime iyi geliyor.

NERİMAN: Baba senin ayakabılarıda değiştirelim, yenisini alalım bunlar bayağı eskidi.

OSMAN: Gerek yok be gelin. Daha yeni bunlar. Beni bir 3 sene daha götürür. Hem bir ayağımız çukurda zaten.

KEMAL: O ne biçim konuşma baba, ağzından yel alsın.

OSMAN: Yalan mı oğlum? Biz bu dünyada yaşayacağımızı yaşadık, biraz da gençler yaşasın. Sevinç’le Ertuğrul nerede?

NERİMAN: Sevinç'in bir arkadaşının doğum günü partisi varmış oraya gitti. Ertuğrul’da evde.

KEMAL: Karneyi bir görsen loto oynamış sanırsın, acayip berbat. Birler sıfırlar sürüyle.

OSMAN: Aman sağlığına bir şey olmasında. Maaşı çektim gelirken aşağı mahallede bir kalabalık gördüm polisler falan vardı. Sordum ne olmuş diye. Çocuğun biri intihar etmiş. Karnesi kötü diye babası bağırmış çağırmış çocuğa. Çocukta gururuna yedirememiş tabi, odasına çekiliyor babanın ruhsatlı silahıyla gümm! Çok kızıyorum öğle babalara ne yani dünyanın sonu değil ya olan olmuş. Bir kere ikaz et yeter. Ne yani bağırıp çağırmanın ne alemi var? Değil mi Neriman kızım?

NERİMAN: Doğru söylüyosun baba. (Kemal'e bakarak) Ne yazık ki dünyada öğle babalar var.

OSMAN: Mesela Kemal. Haylaz mı haylaz bir öğrenciydi. Hocanın altına raptiye koymalar, okul duvarlarını boyamalar, daha neler neler. Bir sürü kırık not getirirdi ben bir gün tutupta bağırıp çağarmamışımdır.

KEMAL: Tabi baba sen bağırmıyordun, direk sopayla girişiyordun. Hatta bir keresinde sopayla nasıl kovalamıştın hatırladın mı? Ökkeş amca elinden zor almıştı beni.

OSMAN: Ama sende sünnet olmam diye tutturmuştun. Ne yapıyım.

KEMAL: E baba sünnetçi körlük derecesinde miyoptu. Allah korusun dibinden kesecek diye nasıl korkmuştum.

OSMAN: E sende 16 yaşında sünnet olmasaydın.

NERİMAN: (Şaşkın) Kemal sen 16 yaşında mı sünnet oldun?

KEMAL: Tam olarak değil 17'imden gün alıyordum. Aa saat 8 e geliyor.

NERİMAN: Niye ne oldu?

KEMAL:  Büroda halletmemiz gereken işler vardı, nasıl unuttum yaa. Neyse hadi ben çıkıyorum (Askılıktan montunu alır, dış kapıdan çıkar)

OSMAN: Ne işiymiş kızım bu?

NERİMAN: Valla bende bilmiyorum, işte ilk şimdi duydum. (Birden güler) Demek Kemal 16 yaşında sünnet oldu.

OSMAN: Aman kızım sünnet konusunda rahmetli annesiyle bize ne çektirdi bir bilsen. (Üzerini değiştirmiş bir vaziyette Ertuğrul gelir, oturur)

ERTUĞRUL: Hoş geldin dede.

OSMAN: Oooo hoş bulduk torun. Nerdeydin şimdiye kadar?

ERTUĞRUL: Odadaydım dede. Babamın gitmesini bekledim.

OSMAN: Niye?

ERTUĞRUL: Karneye kızdı, bende sinirlendim odaya gittim.

NERİMAN: Ama sonradan üzüldü Ertuğrul, hem o senin iyiliğini istiyor.

ERTUĞRUL: İyiliğimi istiyorda anne, bağırıp çağırarak istemesine gerek yok ki.

OSMAN: Bak Ertuğrul ne yapalım biliyor musun? Bugün maaş günüydü, 3 aylığımı aldım. Hani şu senin çok istediğin ayakkabı vardı ya, gidelim şimdi onu alalım. Sana karne hediyesi olarak.

ERTUĞRUL: Ama dede ben o hediyeyi hak edecek bir karne getirmedim ki.

OSMAN: Dert ettiğin şeye bak, sen de seneye getirirsin olur, biter.

ERTUĞRUL: Sağol dede, eğer babama kalsaydı daha çok beklerdim. Ekonomik diye elinden gelse kışın sandalet giydirecek.

NERİMAN: Ama borçlar vardı Ertuğrul, yoksa niye almasın?

ERTUĞRUL: Ablama gelince borçlar hesaba katılmıyor ama.

OSMAN: Neyse biz kalkalım Ertuğrul yoksa şimdi 3.Dünya savaşı patlak verecek. (Ertuğrul montu alır çıkarlar)

NERİMAN: (Kendi kendi) Off çok yoruldum yaa. Tüm gün canım çıktı (Kapı çalar)Allah Allah bu saatte kim olabilir? (Kapıya bakmaya gider, döndüğünde yanında komşusu Ayfer vardır. Otururlar)

NERİMAN: Hoş geldin Ayfer.

AYFER: Hoş bulduk Neriman. Seninkiler gidiyordu.

NERİMAN: Babamla Ertuğrul'u diyorsun. Ertuğrul'a ayakkabı alacaklar. Bende tam size gelecektim

AYFER: Hayrola

NERİMAN: Evde kimse kalmadı, bende canım sıkılmasın diye 5 dakika size uğrayacaktım.

AYFER: Sevinç'le Kemal ağbi nerede

NERİMAN: Kemal'in bir işi çıktı oraya gitti. Sevinç'in de bir arkadaşının doğum günü varmış.

AYFER: Neriman,dün ne oldu biliyor musun?Kızılca kıyamet koptu valla..

NERİMAN: Niye, ne oldu Ayfer?

AYFER: Benim bey, dün içmiş zil zurna sarhoş olmuş.

NERİMAN: Allah'tan Kemal'in içki gibi kötü alışkanlıkları yoktur. Eee?

AYFER: Neyse bu geliyor, apartmana girerken bizim alttaki cadaloz Nebahat'in iti buna musallat olmuş.

NERİMAN: Nebahat köpek mi almış?

AYFER: Evet.2 it evde nasıl geçinecekler bilmiyorum. Sonra benim herif köpeğe bir taş atıyor. Taş da köpeğin çott diye alnına isabet edince köpeğin kafadan şarıl şarıl kan akmaya başlamasın mı?

NERİMAN: Deme yaa.

AYFER: Köpek oracıkta ölmüş. Gerçi köpekten çok her şeye benziyor ya, dana yavrusu gibi.

NERİMAN: Ama apartmanda hayvan beslenmeyecek diye karar alınmamış mıydı?

AYFER: Dinleyen kim? Zaten o karar uygulansa bir kere Nebahat bu apartmanda barınamaz. Çünkü benim onun insan olduğuna dair şüphelerim var.

NERİMAN: Ee ne olmuş sen niye telaşlanıyorsun ki?

AYFER: Ama o şimdi kesin bizden şüpheleniyordur. Dava mava açmasın?

NERİMAN: O zaman git konuş böyle böyle oldu de.

AYFER: Konuşacam da burda değil ki?

NERİMAN: Nerede?

AYFER: Bilmiyorum valla, ışıkları yanmıyor.

NERİMAN: Yani Ayfer seni anlamıyorum. Yıldızın bir türlü barışmadı gitti kadınla.

AYFER: Ayy deli misin ayol, Allahın delisiyle ne işim olurmuş benim.

NERİMAN: Yapma Ayfer bee, kadın sadece biraz şüpheci o kadar.

AYFER: Ne biraz mı? Geçen sene olanları unuttun galiba. Sahte para basıyoruz diye polise yalan ihbarda bulunan kimdi?

NERİMAN: Yaa, orası öğle.

AYFER: Yâda halıyı silkerken balkonuna toz düştüğünü iddia edipte kedilerinin pisliklerini kapımızın önüne döken?

NERİMAN: Ama sizde bu yaptıklarının bedelini az ödetmediniz kadına. Hele haydar ağbi burnundan getirdi valla. Yaptıklarından sonra adı psikopat Haydar'a çıktı.

AYFER: Ne yani Haydar kadının 7 kedisini boğazladı diye psikopat mı oldu?

NERİMAN: Söylesene Ayfer psikopat olabilmesi için daha kaç kedi boğazlaması gerekiyordu?

AYFER: Aslında Haydarımın pamuk gibi kalbi vardır.

NERİMAN: Aman ne pamuk ne pamuk.

AYFER: Öğle deme. Bir kere Haydar çok romantiktir her sene sevgililer gününde bana hediye alır. Geçen seneki sevgililer gününde elektrikli testere almıştı.

NERİMAN: Gerçektende çok romantikmiş.

AYFER: Şeyy Neriman sana çok önemli bir şey söyliycem. Hani bizim beyin çalıştığı dükkân var ya.

NERİMAN: Konfeksiyon atölyesi mi? Hani şu Tahir Beylerin.

AYFER: Sen nerden tanıyosun?

NERİMAN: Şeyy oğlu Ayfer'lerin bölümdeymiş te. Ee ne oldu?

AYFER: Haydar söyledi adam hiç tekin değilmiş, pis işler çeviriyormuş.

NERİMAN: Nasıl yani?

AYFER: Eroin ticareti mi ne yapıyormuş.

NERİMAN: (Telaşlı) Neee, Haydar ağbi nereden duymuş?

AYFER: Geçen hafta bir iş konuşmak için bunun yanına gitmiş, o sıra adamın misafirleri varmış. Haydar’a sen git sonra gel demiş. Tabii bizim bey meraklı ya, durmuş dinlemiş bunları. Sevkiyattan, polisten falan bahsediyorlarmış.

NERİMAN: Aman Allahım.

AYFER: Yaaa, hani oğluda sevinçle aynı bölümdeymiş. Adı neydi yaa.

NERİMAN: Teoman.

AYFER: Hee Teoman. Aman, Sevinç oğlandan uzak dursun Haydar oğlanı da beğenmiyor. Her gün babasının yanına farklı bir kızla geliyormuş. Zaten Haydar harıl harıl iş arıyor çıkacakmış o işten. Neyse seni fazla meşgul ettim ben, senin yapacak işlerin vardır. Hadi görüşürüz.  (Dış kapıdan çıkar. Neriman bir süre kendi kendine durur şoka uğramıştır. Sonra kendi kendine konuşmaya başlar.)

NERİMAN: Aman Allahım bizim beğendiğimiz, temiz aile çocuğu gözüyle baktığımız genç meğer ne çıktı. Off off Sevinç'e bir şey olmasa bari. (Kapı çalar, kapıya bakmaya gider. Sahneye geldiklerinde Oğlu Ertuğrul ve baba Osman'da oradadır. Koltuğa otururlar Ertuğrul'un elinde ayakkabı poşeti vardır. Osman Neriman'ın durgun halini anlar)

OSMAN: Açık dükkân bulacaz diye canımız çıktı gelin ama sonunda bulduk. Adam da sağ olsun ucuza verdi. Ne o gelin durgun gibisin.

NERİMAN: Şeyy Ertuğrul sen odana gitsene ödevlerini yaparsın.

ERTUĞRUL: Anne okul daha bugün bitti, ödev mi kalır?

NERİMAN: Olsun sen yapacak bir şeyler bulursun

OSMAN: Hadi Ertuğrul sen odana git

ERTUĞRUL: Peki gidiyim.(isteksizce oda kapısından çıkar)

OSMAN: Ne oldu gelin ne bu telaş içeri girdiğimizden beri bir sıkıntın var.

NERİMAN: Sorma baba. Siz gelmeden az önce Ayfer geldi.

OSMAN: Eee?

NERİMAN: Neler anlattı bir bilsen?

OSMAN: Neler anlattı?

NERİMAN: Ayfer'in kocası Haydar ağbi var ya?

OSMAN: Psikopat Haydar mı?

NERİMAN: Evet. Hani Sevinç'in flört ettiği çocuğun dükkânlarında çalışıyordu ya?

OSMAN: Öğle mi? Ee ne olmuş?

NERİMAN: Çocuğun babası pis işler çeviriyormuş.

OSMAN: Yaaaa.

NERİMAN: Çocukta zaten pisliğin tekiymiş. Fabrikaya her gün farklı bir kızla geliyormuş.

OSMAN: Aman Allahım Sevinç'e söyledin mi bütün bunları?

NERİMAN: Nerden söyleyeyim baba, Teoman’la arkadaşının doğum günü partisine gitti.

OSMAN: (Şaşkın) Ne yani şimdi partiye o çocukla mı gitti?

NERİMAN: Baba bende sana onu anlatmaya çalışıyorum ya.

OSMAN: Dur hemen telaşlanma kızım, sakin olmalıyız. Kemal nerde?

NERİMAN: Daha gelmedi.

OSMAN: O zaman gelince direk polise gidelim. Allah korusun Teoman kıza zarar felan verir. Ahh be kızım nasıl izin verdin Sevinç'in öğle bir çocukla dışarı gitmesine.

NERİMAN: Baba ben nereden bilebilirdim.

OSMAN: Doğru ya sen nereden bileceksin.(İçeri Kemal girer)

KEMAL: Off Hanım nasıl yoruldum bir bilsen, canım çıktı valla. (Osman'la Neriman ayaklanır)

NERİMAN: Sakın oturma Kemal, hadi gidiyoruz.

KEMAL: Durun hele bir soluklanayım. Nereye gidiyoruz böyle acele.

OSMAN: Yolda anlatırız Kemal. (Oda kapısından Ertuğrul çıkar)

ERTUĞRUL: Durun millet bu saatte nereye gidiyorsunuz böyle alelacele? (Kemal'le Neriman dış kapıdan çıkar, Osman açıklama yapma gereği duyar)

OSMAN: Bak Ertuğrul bizim acil bir işimiz çıktı karakola gidiyoruz. Biri gelirse eğer söylersin tamam mı? Hadi Allah'a emanet ol. (Çıkar Ertuğrul sahnede tek başına kalmıştır. Koltuğa oturur, şaşkınlıkla kendi kendine konuşmaya başlar.)

ERTUĞRUL: Ulan ne oldu yaa? Bir şey sormaya da gelmiyor heee, hayret bir şey. Şuna bak nasıl da telaşlandılar. Bana bir şey olsa bu kadar telaşlanmazlar heee. Aman bırak gitsin derler. Saatte kaça geliyor... Bu saate karakolda ne işiniz var sizin. Milletin asayişi sizden soruluyor sanki... (Dış kapıdan başında fötür şapkası boynundaki büyük kolye ile Dayı gelir elinde bavul falan vardır. Yanında da ağzında sakızıyla güneş gözlükleri takmış sevgilisi Helga vardır. Fakat Ertuğrul dayısının geldiğini anlamaz hala kendi kendine konuşmaktadır.)

İHSAN: Yeğen (Ertuğrul kafasını dayısının olduğu tarafa çevirir)

ERTUĞRUL: Dayıııı! (Şaşırır, çünkü dayısını beklemiyordur.) Hayır, hayır, hayal görüyorum ben. Karnem sinirlerimi bozmuş olmalı. Bir kere benim dayım Almanya'da.

İHSAN: La oğlum ne oluyor la sana, kafayı mı sıyırdın yoksa?

ERTUĞRUL: Dayı bu sen misin?

İHSAN: 40 yıllık dayını tanımadın mı oğlum?

ERTUĞRUL: Dayı bu sensin.

İHSAN: Tabi benim.

ERTUĞRUL: Ama sen Almanya'daydın. (İhsan bavulları giriş kapısının oraya koyar. Helga'ya otur işareti yapar.)

İHSAN: Off be yeğen bayağ yorulmuşum. Hele biraz dinlenelim, anlatırım.

ERTUĞRUL: Vayyy be inanamıyorum yaa gerçek olamaz, dayım burada Türkiye'de.

İHSAN: Valla bende inanamıyordum yeğen. Ama sınır dışı edilince inanmak zorunda kaldım.

ERTUĞRUL: Neee Almanlar seni sınır dışı mı etti?

İHSAN: Evet.

ERTUĞRUL: Ama niye, senin gibi itfaiyeciyi bir daha nerden bulacaklar?

İHSAN: Aslında pek zor olmayacak. Çünkü başka hiç kimse yangına benzin dolu kovayı dökmez.

ERTUĞRUL: Ne yapmaz.

İHSAN: Yangına diyorum benzin dolu kovayı dökmez.

ERTUĞRUL: Nasıl yani?

İHSAN: Bir gün büroda oturuyoruz. Telefon geldi, dükkânın birinde yangın çıkmış. Neyse giyindik çıktık. Olay mahalline geldiğimizde lokantanın biri yanıyordu, tüp mü ne patlamış. Tabi ben bunu görünce dayanamadım arabadan atladığım gibi aldım elime bir kova suyu boşalttım ateşin üstüne.

ERTUĞRUL: Ee söndürdün mü bari?

İHSAN: Nee söndürmesi. Meğersem benim su diye boşalttığım kovanın içinde benzin varmış. Fooşşşş. Bina havaya uçtu.

ERTUĞRUL: Aman boşver be dayı. (Helgayı göstererek) Bu kim.

İHSAN: Helga.

ERTUĞRUL: Yengemiz mi oluyor?

İHSAN: Evet. Almanya'dayken tanıştık cazibeme dayanamadı peşimden geldi. Ablamlar nerede?

ERTUĞRUL: Valla bilmiyorum dayı. Karakola gidiyoruz diye çıktılar

İHSAN: Allah Allah karakolda ne işleri varmış ki.

ERTUĞRUL: Bilmem. Yaa dayı Almanya nasıl bir yer?

İHSAN: Ne sen sor ne ben söyliyeyim.

ERTUĞRUL: Yani o kadar kötü hee?

İHSAN: Kötü de laf mı? Eğer orda Türk'sen seni devamlı aşağılarlar, insan yerine koymazlar. Ülkene gelirsin Alamancı diye dalga geçerler. Yani ortada sıkışıp kalırsın.

ERTUĞRUL: Yaa demek öğle.

İHSAN: Keşke diyorum babamı dinleseydim de okusaydım. Rahmetli zamanında çok yalvardı dinleyen kim? Gittik burnumuzun doğrultusunda ne oldu? Koca bir hiç...

ERTUĞRUL: Ee dayı bir sürü paran vardır şimdi senin. Türkiye’de yeni bir iş kurarsın?

İHSAN: Binayı havaya uçurunca Alamanlar tazminat diye tüm mal varlığıma el koydular. Yani anlıycan beni sadece kirli donumla postaladılar Türkiye’ye. Sadece Türkiye'de biraz birikimim var o kadar.

ERTUĞRUL: Vayy be koskoca İhsan börekçiye yapılacak şey miydi bunlar?

İHSAN: Eee bizde haberler böyle, burda nasıl? Karneyi aldın mı?

ERTUĞRUL: Aldım da karneden çok her şeye benziyor.

İHSAN: Aman oku yeğenim. Oku da vatana milleti sen kurtar.

ERTUĞRUL: Eee dayı Almanya'dan ne getirdin?

İHSAN: Valla yeğen bir sürü bir şey getirdiydim şuradaki siyah çantada. Sonra açarız beraber.

ERTUĞRUL: Peki dayı. (Fondan telefon sesi gelir, Ertuğrul gider bakar.)

ERTUĞRUL:

—Alooo.

—Evet baba

—Ne ablam karakolda mı?

—Tamam, 2 saate kadar geliyorsunuz anladım. Baba, size bir sürprizim var eve gelince görürsünüz. (Dayısına) Ablam gözaltına alınmış.

 

PERDE KAPANIR, İLK SAHNE BİTMİŞTİR

 

 

PERDE 2

 

Sahne de Helga, İhsan bir de Ertuğrul vardır. Ertuğrul'la İhsan düşüncelidir. Lafa ilk başlayan Ertuğrul olur.

ERTUĞRUL: Nerede kaldılar yaa, saat 2'yi geçti.

İHSAN: Valla Almanya'da geceler 2'den sonra başlar yeğenim.

ERTUĞRUL: Hakkatten Dayı sen Almanya'dan hiç bahsetmedin.

İHSAN: Neyinden bahsedeyim. Sokaklarda esrar içen gençlerinden mi? Hiç kimsenin birbirine saygı duymadığı insanlarından mı? Söylesene neyinden bahsedeyim.

ERTUĞRUL: Peki dayı anlaşılan sen bu konu hakkında bayağı dolusun. Daha fazla konuşmaya gerek yok.

İHSAN: Türkiye'nin değerini bilmelisin Ertuğrul. Bizim memleketimiz gibi bir ülke Dünya'nın başka hiçbir yerinde yok. Havası, suyu insanı başka bir alemden sanki. Bak mesela ben İtalya'ya da gittim. Ama orada kimse zorda kalan birine yardım etmez. Ama bizim memleketimiz de öğle mi?

ERTUĞRUL: Doğru söylüyorsun. Mesela geçen hafta arkadaşlarla dolaşırken çocuğun birine araba çarptı belki 20 kişi nasıl yardım edebileceklerini sordu?

İHSAN: Başka bir ülkede olsa o çocuğun cüzdanını çarpmaya kalkarlardı.

ERTUĞRUL: Belki bizde ellerinden gelen yardımı yapmaya kalkarlar ama, nasıl yardım edeceklerini bilmezler.

İHSAN: Gerçi o da doğru.

ERTUĞRUL: Nerede kaldılar başlarına bir iş mi geldi desem koca koca insanlar.

İHSAN: Takma kafanı.(Kapı çalar)

ERTUĞRUL: He geldiler. (Kapıyı açmaya gider. Sahneye ilk önce üzerine mont almış Sevinç girer fakat hızlı adımlarla odanın olduğu kapıdan geçe, arkasından Neriman gider. Onların arkasından sinirli bir şekilde Kemal ve düşünceli bir şekilde Osman girer. Sahneye en son gelen Ertuğrul şaşkındır. Osman ve Kemal koltuklara oturur.)

ERTUĞRUL: Baba ne oldu size yaa?

KEMAL: Sen odana gitsene bir kere!

ERTUĞRUL: Tamam ya ne kızıyon. Dede bak kim geldi?

OSMAN: Hoş geldin İhsan.

İHSAN: Hoş bulduk Osman amca.

ERTUĞRUL: Dede ya herkesin yüzünden düşen bir parça. Ne oldu böyle? Almanya'dan dayım gelmiş suratına bakan yok. Hem ne oldu ablamı bulmuşsunuz sonunda?

KEMAL: Bulduk bulduk bir de nerden bulduğumuzu sor bakalım.

OSMAN: Tamam Kemal fazla uzatma.

KEMAL: Ablan o Teoman denen şerefsizle esrar partisine gitmiş.

ERTUĞRUL: Neeee (Oda kapısından çıkar)

OSMAN: Eee Kemal sıktın ama.

KEMAL: Ne sıkması baba ya. Benim yıllardır üzerine titrediğim kızımı gün gelsin karakollardan toplayalım.

OSMAN: Kızın bir suçu yok, bilmiyormuş. Zaten kaçmış işte.

KEMAL: Allahtan komser anlayışlı çıktı. Yoksa bu saate zor bırakırdı bizi. Allahım inanamıyorum, bugüne kadar ifade vermeye dahi karakola gitmemiş olan benim gibi birinin kızı gün gelsin esrar partisinde yakalansın.

OSMAN: Kemal tamam büyütme, gençtir olur. Hem kullanmadım dedi ya daha ne istiyorsun.

KEMAL: Bir kere o ortama girmesi yanlış baba. Kusura bakma senle de ilgilenemedik İhsan ne var ne yok?

İHSAN: Valla asıl haberler sizde kayınço.

KEMAL: Akşam Sevinç bir doğum günü partisine gidiyorum diye adı Teoman olan bir çocukla gitti. Benimde büroda işim vardı oraya gitmiştim. Eve bir geldim Neriman'la babam telaş içinde. Neyse karakola gittik ne görelim Sevinç orada oturmuş ağlıyor. Meğersem O doğum günü partisi diye gittiği yerde esrar içiyorlarmış. Bizim kız da ordan kaçmış.

İHSAN: İyi ya enişte kaçmış ya ne güzel. Eee daha sonra?

KEMAL: Sonrası çocuktan şikâyetçi olduk polisler baskın yaptı, çocuğun üzerinden 15 gram esrar çıktı.

İHSAN: Aslında bence bunda o kadar da kızacak bir şey yok be enişte. Yani Sevinç kullanmadıysa daha ne istiyorsun ki?

KEMAL: Bize kullanmadım dedi ama polis idrar tahlili yapacak, asıl sonuçları yarın öğrenicez. Hem zaten inanmıyorum da kullanmadım dediğine, kesin yakasını sıyırmak için yapıyor bunları. Ama görür o bundan sonra benden izinsiz bakkala gitmek yok.

İHSAN: Yok yok Sevinç kullanmamıştır, sen boşuna evhamlanıyorsun enişte.

KEMAL: Beni asıl üzen şey ne biliyor musun İhsan? Daha düne kadar televizyonlarda üzülerek izlediğim, annelerine babalarına acıyarak baktığım o insanların yerinde bugün benim kızım var.

İHSAN: Boş ver enişte fazla üzerine gitmeye gerek yok. Hem Almanya'da bu esrar işi o kadar normal karşılanıyor ki neredeyse devlet bunu yasal hale getirdi.

KEMAL: Orası Almanya İhsan. Orada aile çökmüş, toplum yozlaşmış, her türlü pislik normal karşılanır olmuş. Ama burası Türkiye. Bizim bir dinimiz var, örfümüz adetimiz var. Neyse kaç gün kalacaksın?

İHSAN: Nerede?

KEMAL: Tabii ki Türkiye'de.

İHSAN: Valla uzun yıllar kalmayı düşünüyorum.

KEMAL: Nasıl yani? Oğlum sen tatile gelmedin mi buraya?

İHSAN: Ne tatili, Almanlar sınır dışı etti beni.

KEMAL: Nasıl oldu peki?

İHSAN: Amann sonra anlatırım zaten önümüzde uzun yıllar var. (Neriman oda kapısından çıkar)

NERİMAN: Yaptığını beğendin mi Kemal? Kızın gururunu kırdığının farkında mısın? Hoş geldin İhsan

İHSAN: Hoş bulduk abla.

NERİMAN: Neee ihsan senin ne işin var? Hangi rüzgâr ettİ seni?

İHSAN: Valla Alman hükümeti rüzgârı attı. Aslında rüzgârdan çok fırtınaya benziyorlar.

NERİMAN: Sende hoş geldin kızım. (Helga tip tip suratına bakar) Ne o ihsan bu kız dilsiz mi?

İHSAN: Yok abla dili varda Almanca.

NERİMAN: Ne bu kız gavur mu?

İHSAN: Valla Alman olduğuna göre gavur oluyor.

NERİMAN: Vay başıma gelenler. Sen ciddi misin, şaka falan yapmıyorsun değil mi?

İHSAN: Ben gayet ciddiyim.

NERİMAN: Tüh yazıklar olsun sana. Annemle, babamın kemikleri sızlıyordur şimdi. Unuttun mu babamın vasiyetini, ne demişti sana babam?

İHSAN: Bana Almanya'dan Türk gelin getir demişti.

NERİMAN: Sen ne yaptın tuttun elin gavurunu getirdin.

İHSAN: Aman abla sanki Türk gelin getirsem ne olacak. Babamın kemiklerini mi öpecek?

NERİMAN: Onun ölmüş olması vasiyetini yerine getirmeyeceğin anlamına gelmez.

İHSAN: Peki peki. Helga'nın saçlarını siyaha boyarız. Birerde siyah lens taktın mı senden benden daha Türk olur?

NERİMAN: Ne yani rahmetli annemle babamı kazıklıycan mı? Almanya seni bayağı değiştirmiş İhsan.

İHSAN: Ya olmazsa bir tane de Türk gelin alırız.

NERİMAN: Demek bunun üzerine kuma getirecen. Vallaha pes doğrusu. Sen şeytana bile pabucunu ters giydirirsin İhsan. Ne halt yersen ye. (Çıkar)

İHSAN: Aman abla Almanya'dayken seni mi arasaydım "Abla kimle evleneyim?" diye. Biz de belirli bir yaşa geldik ama değil mi ya? (Ertuğrul'un bağırma sesi duyulur;)

ERTUĞRUL: Baba koşun ablama bir şeyler oluyor! (Aile odaya koşarken perde kapanır. Perde açılırken İhsan'la Helga yatmıştır. Sahnede doktor ile Kemal vardır. Doktor pijamalıdır. Perde tam olarak açılınca Kemal konuşmaya başlar.)

KEMAL: Sağol Ömer ağbi. Gecenin bir vakti seni de rahatsız ettik.

DOKTOR: Duymamış olayım Kemal, komşuluk bugünler içindir.

KEMAL: Peki nesi varmış Sevinç'in?

DOKTOR: Muayene ettim ama herhangi bir şeyi yok.

KEMAL: Ohhh Çok şükür.

DOKTOR: Yalnız çok ağır bir psikolojik bunalım geçiriyor, onun için üzerine fazla gitmeyin.

KEMAL: Olur Ömer ağbi.

DOKTOR: (Kalkar) Bende gideyim. Zaten pijamalarla geldik. Bi gören olur, adımız sapığa çıkar.

KEMAL: Tamam. (Doktoru dış kapıya kadar geçirir. Sahnede bir tek kendisi vardır, koltuğa oturur kendi kendine konuşmaya başlar.) Ne yaptım ben Allahım ya, az daha kızımın hayatını kendi ellerimle mahvediyordum. (Neriman oda kapısından gelir oturur. Kemal’e biraz sinirli bir şekilde bakmaktadır)

NERİMAN: Ne oldu, Ömer ağbi ne dedi?

KEMAL: Psikolojik bunalım geçiriyormuş, fazla üzerine gitmeyecekmişiz.

NERİMAN: Zaten bu evde kızın üzerine giden tek kişi sensin.

KEMAL: Üzerime fazla gelme Neriman, ben nereden bilebilirdim böyle olacağını. Sadece onların gelecekte beni anlamalarını, babam haklıymış demelerini istedim.

NERİMAN: İstediğin oldu mu peki?

KEMAL: Tamam hatalıyım, affettin mi peki beni?

NERİMAN: Sen benden değil, Ertuğrul’la Sevinç'ten af dile tamam mı? (Kalkar, oda kapısında çıkar)

KEMAL: Allahım kızıma bir şey olmasa bari. (Oda kapısından pijamalı haliyle ihsan çıkar) Ne o İhsan uyumadın mı?

İHSAN: Yoo uyumuştum, çok güzel de bir rüya görüyordum fakat sesinize uyandım.

KEMAL: Kusura bakma seni de rahatsız ettik.

İHSAN: (Yanına oturur) Amann boşver ben alışkınım zaten. Almanya'dayken kaloriferi yanmayan bir apartmanın bodrum katında kalıyordum.

KEMAL: Ama bize gönderdiğin mektupta havuzlu, müstakil bir evde kaldığından bahsediyordun.

İHSAN: Sorunlarımı size de anlatarak üzülmenizi istemedim be enişte.

KEMAL: İhsan, gerçekten Almanya'dan şu anlattığın itfaiye hikâyesi yüzünden mi kovuldun?

İHSAN: Yok enişte aslında polisler beni esrarla yakaladı.

KEMAL: Neeee...!

İHSAN: Yok yok şaka yaptım.

KEMAL: Hiç komik değil, bunun şakası bile kötü İhsan.

İHSAN: Peki enişte.

KEMAL: Eee, Almanya nasıl?

İHSAN: Valla iyidir, ellerinden öper.

KEMAL: İhsann, Almanya'da Stand up yaptın herhalde?

İHSAN: Yok be enişte ne stand-up’ı. Aslında ben Almanya'da kaçak işçiydim, sonunda yakaladılar sınır dışı ettiler.

KEMAL: Hani itfaiyeciydin.

İHSAN: Hepsi yalandı. Hem orda itfaiyeci olmak kolay mı be enişte? Almanya'da ekmek aslanın ağzında, hatta miğdesine inmiş.

KEMAL: Ahh bu anlattıklarını birde Ertuğrul'a anlatabilsem. Tutturmuş dayımla Almanya'ya gideceğim diye, bir türlü vazgeçiremedim Almanya sevdasından. Allahtan sen geldin de kurtulduk.

İHSAN: Eğer ben onu Almanya'ya götürseydim değil 10 sene kalmak,1 hafta dolmadan çıkar gelirdi. Hem ben Almanya'nın zorluklarını Ertuğrul'a da anlattım. Kararından caymıştır herhalde.

KEMAL: İnşallah. İhsan, sence ben nasıl bir baba olmalıydım?

İHSAN: Mesela noel baba gibi olabilirsin?

KEMAL: İhsan stand-up'ına bir son versen diyorum.

İHSAN: Tamam tamam. Bak mesela özgürlükçü bir baba olabilirdin?

KEMAL: Nasıl yani?

İHSAN: Hani Helga var ya?

KEMAL: Evet.

İHSAN: Onun bir ablası var, kız esrarkeş. Babası ne yaptı biliyor musun?

KEMAL: Kızı öldürdü mü?

İHSAN: Ne öldürmesi, benim de evde olduğum bir gün kızıyla beraber esrar çekti.

KEMAL: Yuh! O kadarı da fazla. Hem bu Helga'nın öğle kötü alışkanlıkları yok değil mi? Alkol sigara.

İHSAN: Yok canım Helga temiz kızdır, sadece haftada bir Maruyana çeker o kadar.

KEMAL: Bayağ temizmiş. Peki Türkiye'de ne yapmayı düşünüyorsun İhsan?

İHSAN: Biliyorsun biraz birikimim var, onu değerlendiririm herhalde.

KEMAL: Peki o sarışın kızla nasıl tanıştın, Helga mı neyse?

İHSAN: Almanya'da lokantanın birinde, zaten bir hafta olmadan ülkesine döner. Bu arada size rahatsızlık vermiyoruz değil mi enişte?

KEMAL: Ne rahatsızlığı İhsan, ev senin zaten.

İHSAN: Sağol be enişte. Sen çok kral adamsın, senden gördüğüm iyiliği öz kardeşlerimden görmedim valla.

KEMAL: Sağol, senin de bana az iyiliğin dokunmadı.

İHSAN: Sende sağol. (Kalkar) Neyse enişte ben yatayım.1–2 saat uyusam yeter. Saatte zaten 4'e geliyor. Sende kafanı takma, sabah ola hayrola. (Çıkar)

KEMAL: (arkasından)Allah rahatlık versin. (Kemal düşüncelere dalar. Osman gelir)

OSMAN: Ne oldu, ne düşünüyorsun?

KEMAL: Sence fazla mı sert davrandım baba?

OSMAN: Yok canım ne serti gayet yumuşaktın, istersen bir sopa vereyim kızın ağzını yüzünü dağıt.

KEMAL: Evet evet çok serttim. Ama ben hep senin gibi bir baba olmak istedim. Yeri gelince arkadaş, yeri gelince yönetici bir baba.

OSMAN: Ama yöneticilik kısmını biraz fazla abarttın. Allah aşkına söylesene Kemal, çocukları en son ne zaman bir geziye götürdün?

KEMAL: Şeyyy,4 sene oldu herhalde.

OSMAN: Gördün mü çocuklarına ne kadar ilgisiz davrandığını?

KEMAL: Ama işlerden başımı kaşıyacak vaktim olmadı ki!

OSMAN: Başını kaşıyacak zaman bulamasan bile çocuklarınla ilgilenecek zamanı bulmalısın.

KEMAL: Tamamda ben çalışıyorum, Neriman ilgilense olmaz mı?

OSMAN: Sen çalışıyorsun da Neriman ne yapıyor? Evin alışverişi onda,3 öğün yemek onda. Daha saymadığım bir sürü iş var.

KEMAL: İşte gördün mü, Neriman’da çok meşgul bende. Sanki Sevinç kendi karar veremez miydi öğle ortamlara girip girmeme konusunda.

OSMAN: O neyin doğru neyin yanlış olduğunu nerden bilsin, hayata karşı bir tecrübesi mi var? Onu babası olarak sen yönlendireceksin. Ama sen ne yapıyorsun, onu başıboş bırakarak belki de hayatını karartıyorsun. Unutma, o bir çiçek. Onu bataklıkta da bahçede de büyütmek senin elinde. (Ertuğrul gelir)

ERTUĞRUL: Yaa baba ya ne yapıyorsunuz, sesiniz ta tuvalete geliyor.

KEMAL: Allahtan tuvaletin sesi buraya gelmiyor.

OSMAN: Başladın yine çocuğu aşağılamaya. Konuştuklarımız nerede kaldı?

ERTUĞRUL: Ne konuşması dede?

KEMAL: Ertuğrul şuraya bir otursana. (Ertuğrul koltuğa oturur)

ERTUĞRUL: Evet

KEMAL: Bak Ertuğrul, seninle konuşacaklarım var.

ERTUĞRUL: Baba yine konuyu karneden açacaksan sabahın 5'inde senin nasihatlerini dinleyemem.

OSMAN: Gördün mü? Hayatın boyunca çocukla dersten başka bir şey konuşmamışsın ki.

KEMAL: Bugüne kadar size hep iyi bir baba olmak için uğraştım.

ERTUĞRUL: Fakat pek başarılı olamadın.

KEMAL: Doğru haklısın, ama hepsini ablanla senin iyiliğiniz için yaptım.

ERTUĞRUL: Evet.

KEMAL: Onun için bugüne kadar yaptığım hatalardan dolayı senden özür diliyorum.

ERTUĞRUL: Baba sen iyi misin, kafana saksı falan düşmedi değil mi?

KEMAL: Hayır, bugün olanlar sayesinde geçmişte yaptıklarımı düşündüm ne kadar haklıyım diye. Fakat sizin iyiliğiniz için yaptıklarım aslında sizin için bir problemden başka bir şey değilmiş.

ERTUĞRUL: Aslında bende pek suçsuz sayılmam. Mesela bugüne kadar planlı bir şekilde ders çalışmamak, sokaklarda aylak aylak dolaşmak da benim hatalarımdı.

KEMAL: Kendi hatalarını görebilmen ne güzel?

ERTUĞRUL: Aslında ben bunların farkındaydım fakat sana söylemeye çekiniyordum.

KEMAL: Niye?

ERTUĞRUL: Kızacağından korktum.

KEMAL: Artık rahat olabilirsin, bundan sonra sana asla kızmayacağım.

ERTUĞRUL: Peki o zaman. Hani annemin en sevdiği elbisesi yanmıştı ya, onda biraz da benim parmağım vardı, sonra Ayfer teyzenin kapısına kedi pisliklerini aslında Nebahat teyze değil de ben dökmüştüm.

KEMAL: Neee! Bütün bunları sen mi yaptın?

ERTUĞRUL: Baba hani bundan sonra kızmayacaktın?

KEMAL: Neyse, bunları dedenin olmadığı bir gün konuşuruz.

ERTUĞRUL: Allahım sana şükürler olsun, benim babam da artık bana kızmayacak.

KEMAL: Ama sende görevlerini tam olarak yerine getireceksin tamam mı?

ERTUĞRUL: Valla ders konusunda bir şey diyemem ama diğer tüm görevlerime harfiyen uyacağıma garanti edebilirim.

KEMAL: Neden ders konusunda değil?

ERTUĞRUL: Baba hocaları biliyosun, hepsi kafayı sıyırmış. Aslında onların hukuken öğretmenlik yapması doğru değil.

KEMAL: Bakıyorum da başımıza 40 yıllık hukukçu kesildin. Sen bırak hukuk fakültesine girmeyi liseyi Kazasız belasız bitir sana madalya takarım ben.

ERTUĞRUL: Amann baba başlama yine.

KEMAL: Şaka yaptım oğlum. (Dış kapıdan Sevinç gelir)

SEVİNÇ: Baba oturabilir miyim?

KEMAL: Tabi kızım. (Oturur)

SEVİNÇ: Aslında bugüne kadar seni hiç dinlemedim ama bugünkü olaylar gösteriyor ki sen haklıymışsın. Bundan sonra sözünden hiç çıkmayacağım

KEMAL: Aslında ben de aynı şeyleri senin için düşünüyordum.

SEVİNÇ: Nasıl yani?

KEMAL: Sizin bugüne kadar beni sevmenizi hep sertlikle sağladım. Aslında sevgi için illa ki sertliğe gerek yokmuş.

SEVİNÇ: Sen bize sert davransan da davranmasan da biz seni zaten hep sevmiştik. Sonuçta sen de bir insansın, senin de hataların olacak.

KEMAL: Size hak ettiğiniz ilgiyi göstermedim, siz de kurtuluşu başkalarında aradınız.

SEVİNÇ: Hayır baba sen bize hak ettiğimiz ilgiyi hep gösterdin. Fakat biz bilemedik. Hastalanınca belki bize belli etmezdin ama için içini yerdi, sonra geceleri biz uyurken gelir başımızı okşar üstümüzü örter giderdin, çünkü sen sevginin bilinmesini istemezdin. Senin tek hatan biraz set olmandı.

KEMAL: Çünkü sizin iyiliğinizi istiyordum.

SEVİNÇ: Fakat sertliğinin ayarını iyi yapamadın baba sen. Bizi hep despotlukla yönettin. Sen diktatördün, biz de senin gölgen altında ezilen halk. Sanki evde değil de esir kampında yaşıyorduk. Her şeyimizin bir programı vardı. Sabah 8'de kalkılacak, akşam 8'de gelinecek. Elinden gelse tuvalete gitme saatlerimizi bile sen belirleyecektin.

KEMAL: Hepsi sizin iyiliğiniz için kızım.

SEVİNÇ: Tamam baba ama biraz fazla abarttın.

KEMAL: Ne yapabilirdim ki? Kötü zamandayız, kimseye güvenemezsin bu devirde. Bak, Teoman görünüşüne bakınca nasıl da temiz bir çocuktu. Ama o masum maskesinin altından nasıl bir şeytan çıktığını sende gördün.

SEVİNÇ: O konuda haklısın baba.

KEMAL: Aslında ben her konuda haklıyım fakat bunu zamanla göreceksiniz. Ama artık bundan sonra kısıtlama yok, başkasının haklarına dokunmayacak şekilde özgürlüğünüzü istediğiniz ölçüde yaşayacaksınız.

ERTUĞRUL: Bu sözler buranın artık yarı kapalı cezaevi olmadığı anlamına geliyor?

KEMAL: Evet. Bundan sonra bu evden bağırtılar değil, mutluluğun sesi yükselecek.

(kızı ve oğlu Kemal'in boynuna sarılır bu şekilde perde kapanır.)

SON

 

TUTUMSUZ ÇOCUK

 

ÇOCUK- Günaydın arkadaşlar,

(Sınıfın sıralarından kalkar Çocuk'un yanına gelir. Siyah, dik yakalı giysisi ile yargıca benzemektedir Öğretmen masası, üstüne serilen örtüyle bir yargıç kürsüsü olarak kullanılacaktır. Yargıç masaya geçer, elindeki tokmağı masaya vurur. Sınıf ayağa kalkar.)

 

ÇOCUK:

Oturun arkadaşlar

Konuşsun davacılar

Mahkememiz başlasın

Gerçekler aydınlansın  

 

(Sınıftan Tutumsuzu çağırır.)

 

Gel buraya Tutumsuz

İnat elmen lüzumsuz

Şikâyetçi çok senden

Kaçmak yok mahkemeden

 

TUTUMSUZ-

(Atkısı paltosunun cebinden sarkmış, eldiveninin biri yok, bir ayağında beyaz spor ayakkabı ötekinde siyah ayakkabı, isteksiz arkadaşlarının itelemesi ile öne çıkar.)

 

Kaçmam ben mahkemeden

Korkmuyorum kimseden

Bilmek isterim neden

Şikâyetçiler benden

 

(Bu sırada yine sınıfın içinden Kalem, Silgi, Palto, Suluboya, Defler ve Kumbara'nın ağlamaklı sesleri duyulur,)

 

YARGIÇ:

Çocuklar tanık olsun

Yaklaşsın biraz sanık

Konuşsun davacılar

Açıklansın acılar

 

TUTUMSUZ

(Küçümseyerek güler)

 

Davacılar da kimmiş

Kim bana suçlu demiş

Unutmayınız sakın

Öfkelenmem çok yakın

 

ÇOCUK:

Bu sözlere kim gülsün

Hem suçlu hem güçlüsün

Tutumsuz bir çocuksun

 

YARGIÇ:

Davacı kalem gelsin

Dertlerini söylesin

 

(Kalem elinde ucu kırılmış her tarafı kemirilmiş kocaman bir kalemle gelir)

 

Şu halime bir bakın

Ölümüm hemen yakın

Daha dün yepyeniydim

İş yapmadan eskidim

Ezdi ısırdı beni

Yerlere attı beni

Çöplükteydim az önce

Çıktım sizi görünce

Bir resim yapamadan

Bir yazı yazamadan

Döküldü boyalarım

Kırıldı hep uçlarım

 

(Eliyle Tutumsuzu göstererek)

 

Davacıyım ben ondan

Şu tutumsuz çocuktan

 

TUTUMSUZ 

 (Omuz silkerek)

 

Verecekseniz eğer

Onun sözüne değer

Başka bir şey söylemem

Alt tarafı bir kalem      

  

ÇOCUK:

Zaman yitirmeyelim 

Silgiyi dinleyelim

 

SİLGİ:  

Silgi değil lokumdum

Mis gibi idi kokum

Ezdi ısırdı beni

Yerlere attı beni

Bir yanlış silemedim

Bir hata düzeltmedim

Kalmadı güzel rengim

iş görmeden eskidim

 

(Eliyle ile Tutumsuzu göstererek)

 

Davacıyım ben ondan

Şu tutumsuz çocuktan

 

TUTUMSUZ:

Hoşlanmıyor hiç benden

Usandım bu silgiden

 

ÇOCUK:

Paltoyu da görelim

Onu da dinleyelim

 

PALTO:

(Yırtık, sökük, leke içinde paltosuyla bir çocuk)

 

Üstüm yemek listesi

Cebim çöp tenekesi

 

(Ceplerini boşaltır. Bir sürü ıvır zıvır dökülür yere)

 

Yırtık sökük her yanı

Kopuk tüm düğmelerim

Eskici almaz beni

Yer bezi yapmaz beni

Sahibim sevmez beni

Kimseler giymez beni

 

(Ağlamaya başlar, tutumsuzu göstererek )

 

Davacıyım ben ondan

Şu tutumsuz çocuktan

 

TUTUMSUZ:

(Zorla gülümsemeye çalışarak)

 

Palto biraz kirliyse

Çabucak eskidiyse

Ne var bunda ne çıkar

Paltoya da kim kanar

 

ÇOCUK:

Suluboya suluboya

Hemen gelsin buraya

 

SULUBOYA:

(Bir çocuk, içinde boya kalmamış bütün renkleri birbirine karışmış kocaman bir suluboya kutusu içeri gelir.)

 

Dağları çiçekleri '

Rengârenk böcekleri

Güneşi denizleri

Minimini evleri

Hepsini ben boy ardım

Mutlulukla yaşardım

Ne imiş demeyiniz

Yanılıp içmeyiniz

Şimdi bir çorbam

Bu çocuktan yoruldum

 

(Eliyle Tutumsuzu göstererek)

 

Davacıyım ben ondan

Bu tutumsuz çocuktan

 

TUTUMSUZ

Yetti çektiğim sizden

Sıkıldım hepinizden

 

ÇOCUK:        

Davacılar çoğaldı

Geride kimler kaldı

Konuşmayan kalmasın 

Defter buraya gelsin

 

DEFTER      

(Elinde yırtık sayfaları gelişigüzel koparılmış, karalanmış büyük bir defterle bir çocuk gelir.)

 

Şişman bir defter idim

Umutla Bekler idim

Kirletti ak tenimi

Kopardı bedenimi 

Ağzım burnum çarpıldı

Kabım ortam kalmadı

Kimse dönüp bakmadı  

 

(Eliyle davacıyı göstererek)

 

Davacıyım ben ondan

Şu tutumsuz çocuktan

 

ÇOCUK:

 

Ne dersiniz acaba

Utandınız galiba

Kumbaraya soralım

O ne diyor bakalım

 

KUMBARA:

(Kocaman boş bir kumbara ile gelir)

 

Bomboştur benim içim

Açlıkta öleceğim

Yoktur hiç yiyeceğim

Zavallı mideciğim

Bir bayramdı annesi 

Para attı içime

Şıngır şıngırdı sesi

Sevinç aktı içime

Öyle bir yutmuşum ki

Boğulacaktım sanki

İçim bomboş tamtakır

Görenler hurda sanır

Davacıyım ben ondan

Şu tutumsuz çocuktan

(Ağlayarak gider)

 

DAVACILAR:

 

Davacıyız biz ondan

Şu tutumsuz çocuktan

 

ÇOCUK:

İşte hepsi davacı

Şu halleri ne acı

Cezalansın bu çocuk

Hem de şimdi çarçabuk

 

DAVACILAR:

Cezalansın bu çocuk

Hem de şimdi çarçabuk

 

YARGIÇ:

(Tokmağı ile masaya vurur)

Davacılar susunuz

Konuşacak tutumsuz

Kendisini savunsun

Yargımız haklı olsun

 

TUTUMSUZ:

(Çok utanmıştır. Sıra ile davacılara bakar, onlara yaklaşır. Davacılar arkasını döner)

 

Kabul ettim suçluyum

Tutumsuz bir çocuğum

İnanın pişman oldum

Gerçekten utanç duydum

Beni bağışlarsanız

Bir fırsat sunarsanız

Tutumlu olacağım

Sözümde duracağım.

İyileşmem demeyin

Hemen cevap vermeyin

Cezamı erteleyin           

Bir kez daha deneyin

 

YARGIÇ

(Düşünür. Davacılara bakar. Onların da sessiz onayını alır.)

 

Pekâlâ, öyle olsun

Suçlamalar son bulsun

Tulumlu olacaksan

Sözünde duracaksan

 

TUTUMSUZ 

Sözümde duracağım

Tutumlu olacağım

 

ÇOCUK:        

Yemişleri bölelim      

Hep birlikle yiyelim 

 

(Çocuklar sevinçle yemişlerini yemeye koyulurlar)         

 

İSTİKLÂL MARŞI

 

(l Perdelik Piyes)

 

OYNAYANLAR: (Öğretmen, Atilla, Nur, Mete, Serpil, Ateş, Güneş, birinci öğrenci, ikinci öğrenci, üçüncü öğrenci, dördüncü öğrenci.)

MECLİS: l (Öğretmen ve Öğrenciler )

DEKOR: (Bir sınıf. Duvarda Atatürk'ün ve Mehmet Akif'in resimleri ve bir bayrak.)

ÖĞRETMEN-  Sevgili çocuklar! Bugünkü dersimizin ne olduğunu biliyorsunuz değil mi?

ÖĞRENCİLER- İstiklâl Marşı ve onu yazan şair Mehmet Akif...

ÖĞRETMEN- Sizlere İstiklâl Marşımızı ve onun şairi hakkında büyüklerinizden bir şeyler öğrenmenizi, bazı şiirlerini ezberlemenizi söylemiştim. Bunu yaptınız mı?

ÖĞRENCİLER- Yaptık öğretmenim!

ÖĞRETMEN-  Aferin size! Şimdi sen söyle Atilla! İstiklâl Marşı ne demektir?

ATİLLA- Milletimizin kurtuluşunu, kuvvetini, birliğini anlatan ve bütün millet tarafından beğenilip benimsenen, törenlerde söylenen marştır.

ÖĞRETMEN- Sen söyle Nur! Türk'lerin İstiklâl Marşı'nı Mehmet Akif nerede ve hangi yılda yazdı?

NUR- Ankara'da 1921 yılı Şubat ayında yazdı. Bu şiir 12 Mart 1921 tarihinde Büyük Millet Meclisi'nde resmen Milli Marş olarak oy birliği ile kabul olundu.

ÖĞRETMEN-   Aferin sana... Sen cevap ver Mete! Mehmet Akif nasıl bir şairdir?

METE- Mehmet Akif vatanını seven büyük bir şairdir. Yaşadığı çağlarda Türk ulusu bir çok savaşlara girmiş, bozgunlara uğramış, büyük topraklar kaybetmişti. O halkın çektiği ıstırabı haykırdığı gibi zaman zaman kazanılan büyük zaferleri de güzel şiirlerle övmüştür. Mehmet Akif, Türk ulusunun yirmi beş asırlık büyük bir ulus olduğunu, her zaman hür yaşamış olduğunu söyler ve asla esir ve güçsüz olmadığını haykırırdı. En umutsuz günlerde bile bu inancını kaybetmedi. İstiklâl Savaşı'nda da Anadolu'ya geçerek sonuna kadar şiirleri, yazıları ve sözleri ile çalıştı. Vatanın kurtuluşuna yardımcı oldu.

ÖĞRETMEN-   Doğru! Şimdi onun Birinci Dünya Savaşı'nda yazmış olduğu ve millet tarafından en çok sevilen ve tutulan şiiri hangisidir? Bunu kim biliyor?

ÖĞRENCİLER- "Çanakkale Şehitleri!" şiiri.

ÖĞRETMEN-   Bunu bildiniz! Şimdi Çanakkale Savaşı hakkında bilgi vermek isteyenler parmak kaldırsın! (Bütün parmaklar havaya kalkar.)

ÖĞRETMEN-   Görüyorum ki bunu hepiniz anlatmak istiyorsunuz. Ama hep birden konuşacak olsanız bir şey anlaşılmaz. Sen Serpil bu savaşı anlat! Böylece Mehmet Akif'in o şiiri niçin yazmış olduğunu öğrenelim.

SERPİL- Birinci Dünya Savaşı'nda Türkler hemen hemen bütün dünya ile savaş halinde idiler. Bir tarafta Türkler, Almanlar, Avusturyalılar ve Bulgarlar el eleydi. Karşımızda da İngiltere, Fransa; İtalya, Rusya ve komşuları gibi büyük devletler yer almışlardı. Düşmanlarımız bizi çökertmek için deniz yoluyla Çanakkale Boğazı'ndan girmek, İstanbul'u almak ve Karadeniz yoluyla zor bir duruma düşmüş bulunan Rusya'ya yardım göndermek istiyorlardı. Onun için Çanakkale Boğazı'nın önüne yüzlerce savaş gemisi yığdılar. Karaya da büyük kuvvetler çıkardılar. Boğazı zorlamaya başladılar. Ama Türkler orada çok büyük bir kahramanlık göstererek düşmana adım attırmadılar.

Birçok düşman gemilerini top ateşi ile batırdıkları gibi karaya çıkan düşman ordularını da denize döktüler. Çanakkale'de Türklerin kazandıkları zafer düşmanlarımız tarafından bile övüldü...

ÖĞRETMEN-   Doğru! Demek oluyor ki Şair Mehmet Akif de Türklerin Çanakkale'de kazandıkları bu büyük zafer üzerine o şiiri yazmış.

SERPİL- Evet öğretmenim!

ÖĞRETMEN-   Bu şiiri kim biliyor?

ATEŞ- Ben biliyorum. Benim dedem orada şehit olduğu için babam bu şiiri bana küçük iken ezberletmişti. Kendisi de her zaman söyler!.

ÖĞRENCİLER- Peki Ateş! Ortaya çık ve şiiri oku!

 (Ateş ortaya çıkar, şiiri okur.)

ATEŞ-

"Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor."

"Bir hilâl uğruna Yarab ne güneşler batıyor."

"Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker."

"Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer."

"Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?"

"Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın:"

"Bu taşındır diyerek Kâbe’yi diksem başına:"

"Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına"

"Sonra gök kubbeyi lâhdine yapsam da tavan"

"Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan"

"Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana"

"Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana!"

 (Öğretmen ve öğrenciler Ateş'i alkışlarlar... O da selâm vererek yerine geçer.)

ÖĞRETMEN-   Aferin Ateş! Çok güzel okudun!

ATİLLA- Mehmet Akif'in bu şiirini de ben okumak istiyorum izin verir misiniz?

ÖĞRETMEN-   Bu şiir ne hakkında yazılmış?

ATİLLA- Bilgisizliği yeren; halkı çalışmak için şevke getiren, başımıza gelen felâketlerin hep bilgisizlikten doğduğunu anlatan bir şiir efendim.

ÖĞRETMEN-   Bu şiiri ne zaman yazmış?

ATİLLA- Balkan Savaşı'ndan sonra...

ÖĞRETMEN-   Peki oku da dinleyelim!

ATİLLA- (Ortaya çıkar ve "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" dedikten sonra şiiri okur:)

"Olmaz ya... Tabii... Biri insan. Biri hayvan"

"Öyleyse cehalet denilen yüz karasından"

"Kurtulmaya azmetmeli baştanbaşa millet"

"Kâfi mi değil yoksa bu son ders-i felâket?"

"Son ders-i felâket neye mal oldu düşünsen?"

"Beynin gözyaşı olup akardı gözünden"

"Son ders-i, felâket ne demektir? Şu demektir;"

"Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir."

"Zira yeni bir darbeye artık dayanılmaz."

"Zira bu sefer uyku ölümdür, uyanılmaz."

 (Öğretmen ve öğrenciler kendisini alkışlarlar.)

ÖĞRETMEN-   Sen de şiiri güzel okudun! Yalnız şair bu şiirinde ne demek istemiş? Bize bunu da açıklarsan şiiri daha iyi anlarız.

ATİLLA- Mehmet Akif Türk milletinin o zaman uğramış olduğu bozgun ve felâketin sebebini milletçe geri kalışımızda, bilgisizlikte buluyor. Bu bozgunun bize bir ders olmasını, herkesin çalışmasını, bilgice yücelmesini istiyor. Milletin ancak o zaman kurtulabileceğini söylüyor.

ÖĞRETMEN-   Balkan Savaşı hakkında bize kim bilgi verecek?

GÜNEŞ- Ben vereyim öğretmenim!

ÖĞRETMEN-   Bize vereceğin bilgiyi nereden öğrendin?

GÜNEŞ- Benim dedem Balkan Türklerindenmiş. Balkan Savaşı'ndan sonra göçmen olarak gelmiş. Ben daha küçükken bana hep oralarını anlatır, Rumeli Türküleri'ni söylerdi. Oralar çok güzel yerlermiş... Topraklan çok verimli imiş. Hepsini düşmana bırakıp kaçmışız.... Atalarımızın kanlarını dökerek aldıkları bu topraklardan, inanılmaz bozgunlara uğrayarak çekilmek zorunda kalmışız...

ÖĞRETMEN-   Balkan Savaşı'nda hangi uluslar bize karşı birleştiler?

GÜNEŞ- Yunanlılar; Bulgarlar, Sırplar; Karadağlılar!

ÖĞRETMEN-   Bu savaş hangi yılda oldu?

GÜNEŞ- 1912 yılında öğretmenim!

ÖĞRETMEN-   Peki bildiklerini kısaca anlat!

GÜNEŞ- O sıralarda Türkler dünyada hemen hemen yalnız imişler. Bütün büyük milletler Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamak, topraklarını paylaşmak için planlar kuruyorlarmış. İşte Rumeli'yi almak için Balkan devletlerini silâhlandırıp kışkırtan onlar olmuş. Savaş başlayınca da hangi taraf kazanırsa kazansın, eski sınırların değişmeyeceğini ilân etmişler. Asırlar boyunca geri kalmış olan memleketimiz; bunun acısını bu savaşta ilk defa görmüş. Bilgisiz komutanlar; silâh kullanmasını bile bilmeyen erler, koca Rumeli'yi bir yıl içinde düşmana bırakarak geri çekilmek zorunda kalmış. Memleket içindeki sen ben kavgaları da halkı ikiye bölmüş olduğundan felâket felâketi kovalamış. Bu savaştan bir yıl önce İtalyanlar bugün Libya dediğimiz Trablusgarp ile On iki Adaları baskınla alıp donanmamızı da yakmış oldukları için çok zor durumda kalmışız.

ÖĞRETMEN-   Güneş doğru şeyler anlattı... İşte Şair Mehmet Akif Ersoy bu büyük bozgunun sebebini herkesten iyi anlamıştı. Türk ulusunu bu felâkete sürükleyen şey, birbirine düşmüş olması, bilgisiz ve geri kalması idi. Avrupalılar bilgisizliği çoktan yenmişler, fabrikalar kurmuşlar; yollar yapmışlar, çok ilerlemiş ve kuvvetlenmişlerdi. Biz ise onlardan alabildiğine geri kalmıştık. Bir memleket böyle geri kaldı mı komşuları onun topraklarına mutlaka göz koyar. Onu ortadan kaldırmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Peki çocuklar. Türkiye'nin kurtarıcısı Atatürk nerede doğdu?

ÖĞRENCİLER- Selanik’te...

ÖĞRETMEN-   Selanik şimdi hangi milletin elinde?

ÖĞRENCİLER- Yunanlıların elinde...

ÖĞRETMEN-   Sen söyle Güneş! Selanik’i ne vakit kaybettik.

GÜNEŞ- Balkan Savaşı'nda...

ÖĞRETMEN-   Demin bir şey söylemiştik. Avrupalı büyük devletler Balkan Savaşı'ndan sonra, hangi taraf kazanırsa kazansın sınırların değişmeyeceğini bildirmişlerdi. Bu sözlerinde durdular mı?

GÜNEŞ- Durmadılar öğretmenim. Topraklarımızın paylaşılmasına razı oldular. Hatta düşmanlar güzel Edirne'yi bile almışlar. İstanbul'a da yaklaşmışlardı. Sonra aralarında anlaşmazlık çıkınca; Türkler son bir gayretle toparlanıp ileri atıldılar ve güzel Edirne'yi düşmandan kurtardılar. Mimar Sinan'ın en güzel ve en usta eseri olan Selimiye Camisi'ni Türk bayrağına kavuşturdular.

ÖĞRETMEN-   Sen Balkan Savaşı'nı iyi öğrenmişsin Güneş... Tarihin bu acı olaylarını her Türk'ün iyice bilmesi ve bellemesi şarttır. İnsanlar geçmiş felâketlerden ders almasını bilemezlerse onları yeni felâketlere uğramaktan kimse kurtaramaz. Şimdi İstiklâl Savaşı'na geçelim. Savaş, sen bize bunu kısaca anlat bakalım.

SAVAŞ- Birinci Dünya Savaşı'ndan da yenik çıkmıştık. Bizimle el ele olan devletlerden, önce Bulgaristan sonra Avusturya ve Almanya düşmana boyun eğince, biz de çaresiz olarak yenildiğimizi kabul etmek zorunda kaldık. Düşmanlarımız Versay'da bize çok ağır barış şartları imzalattılar. O koca Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye pek az yer kalması... İstanbul ve Boğazlar bile elimizden alınmıştı... Mersin, Adana; Gaziantep, Maraş, Fransızlar, Antalya ve çevresi İtalyanlar; Karadeniz kıyıları kısmen İngilizler ve Pontus Rumları tarafından, İzmir ve Ege de Yunanlılar eliyle işgal edilmişti. Ordularımız dağıtılmıştı. Hainler düşmanlarla işbirliği yapıyordu. Doğu Anadolu'da da bir Ermenistan hükümeti kurulmak isteniyordu.

ÖĞRETMEN-   Sonra ne oldu?

SAVAŞ- Bütün dünya Türk ulusunun artık bir daha dirilmemek üzere çöktüğüne inanıyordu. İşte bu sırada Atatürk Samsun'a çıktı. O ve arkadaşları. Türk ulusunun hiç bir zaman ölmeyeceğine inanıyordu. Memleket toprakları yabancı ordular tarafından çiğnenirken yer yer vatansever insanlar kendiliklerinden cepheler kurmuşlar ve karşı koymaya başlamışlardı. Atatürk bunların başına geçti. Memleketin bütün vatansever insanlarını çevresine topladı... Kurtuluş Savaşı açarak bütün dünyaya meydan okudu. Düşmanları silip süpürdü. Ankara'nın önlerine kadar gelmiş bulunan Yunan ordusunu denize döktü. Vatanı kurtardı.

ÖĞRETMEN-   İyi özetledin. Peki, Atatürk Samsun'a hangi tarihte ayakbastı? SAVAŞ- 19 Mayıs 1919'da...

ÖĞRETMEN-   İstiklâl Savaşı, Türklerin bütün tarihleri boyunca en zor şartlar içinde kazanmış oldukları en büyük zaferdir. Atatürk'ün hizmeti yalnız vatanı kurtarmak mıdır?

SAVAŞ- Hayır öğretmenim! O zaferden sonra cumhuriyeti de kurmak, Türkiye'yi bir Orta Çağ devrinden kurtaracak devrimleri yapmakla da Türk ulusuna hizmet etmekten geri kalmamıştır.

ÖĞRETMEN-   Eğer bugün özgür bir vatanda yaşıyorsak, memleketimizde okullar, üniversiteler, fabrikalar açılmışsa, Türkiye’nin sözü hür dünyada şerefle geçiyorsa, bütün bunlar Atatürk'ümüzle olmuştur. Şimdi başka bir şey soracağım. Ateş, sen cevap vereceksin. Şair Mehmet Akif Anadolu'ya ilk olarak ne zaman geçti?

ATEŞ- Yunanlıların İzmir'e çıktıkları 15 Mayıs 1919'dan hemen sonra...

ÖĞRETMEN-   İlk olarak nereye gitti?

ATEŞ- Balıkesir'e... Ege halkı hemen bu Yunan saldırısına karşı koymaya başlamıştı. O da kendilerini teşvik etmek için gitti. Oralarda güzel söylevler verdi. Sonra İstanbul'a dönerek burada da millî uyanışı destekleyen şiirler, makaleler yazdı. Bir yıl sonra ise zaferin sonuna kadar dönmemek üzere yeniden Ankara'ya gitti. Ankara'da ve Kastamonu'da çalıştı. Bütün cephelerde dolaştı... Büyük Millet Meclisi'nde de hizmet etti.

ÖĞRETMEN-   Mehmet Akif, İstiklâl Marşı'nı zaferden önce mi sonra mı yazdı? Cevap ver Serpil!

SERPİL- Önce yazdı...

ÖĞRETMEN-   Pekâlâ! Bu marş nasıl yazıldı? Söyle bakalım!

SERPİL- Milli ordu kurulmuş, ufuklarda zafer ümitleri belirmişti. Büyük zafer için son hazırlıklar tamamlanmak üzere idi. Yunan orduları ilk yumrukları yemiş, Türk'ü yere sermenin; Ankara'yı ele geçirmenin bir hayal olduğunu anlamaya başlamıştı. İşte bu sıralarda ordular ve halk için bir istiklâl Marşı isteği belirdi. Hükümet de İstiklâl Marşı için şairler arasında bir yarışma açtı. Birinciliği kazanacak olan şiirin sahibine beş yüz lira mükâfat da konulmuştu. O zaman için bu büyük bir para idi. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından idare edilen bu yarışmaya yedi yüz kadar şiir geldi.

ÖĞRETMEN-   Mehmet Akif bu yarışmaya katıldı mı?

SERPİL- Hayır öğretmenim. O bu yarışmaya katılmadı.

ÖĞRETMEN-   Niçin?

SERPİL- Onun yaradılışı bu çeşit yarışmalara katılmasına uygun değildi. Sonra işin içinde para mükâfatı oluşu da hoşuna gitmiyordu.

ÖĞRETMEN-   Peki sonra ne oldu?

SERPİL- Gönderilen yedi yüz şiir içinde güzelleri vardı. Fakat hiç biri tam olarak Meclis'e güzelliği hakkında inanç veremiyordu. Öyle bir şiir isteniyordu ki, milletin kükreyişini; Türk ulusunun yüceliğini tam olarak belirtsin. Bunu düşünen o zamanki Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi; bu işi ancak Mehmet Akif'in yapabileceğini anladı. Ona giderek bu marşı yazmasını kendisinden istedi. Mehmet Akif'te bunun üzerine İstiklâl Marşı'nı yazdı. Bu şiir Büyük Millet Meclisi'nde okunduğu zaman bütün Milletvekilleri heyecana kapılmışlar ve Şair Mehmet Akif'i uzun uzun alkışlamışlardır. Aranan şey bulunmuştu. Şair Mehmet Akif o günün hayatının en mutlu günü olduğunu söylemişti. Sonra da 12 Mart 1921 tarihinde bu şiir İstiklâl Marşı olarak resmen kabul edildi. Daha sonra da bunun bestelenmesi için yarışma açıldı. Zeki Bey adında bir bestecinin eseri birinciliği kazandı. İşte bugün söylediğimiz millî marşımızın yazılışı ve bestelenişi bu şekilde olmuştur, öğretmenim... Onu yazan Şair Mehmet Akif; besteleyen ise Zeki Üngör’dür

ÖĞRETMEN-   Aferin Serpil! Görüyorum ki bugünkü dersinizi hazırlamak için hepiniz çok iyi çalışmışsınız. Peki, bu marşı Mehmet Akif kime armağan etmişti?

SERPİL- Kahraman ordumuza...

ÖĞRETMEN-   Bu da doğru! Şimdi hepiniz sıra ile bu marşın birer dörtlüğünü okuyacaksınız. Böylece Türk ulusu yaşadıkça anılacak ve söylenecek olan bu şiirin bütününü okumuş olacağız! Haydi Atilla! Sen başla! Sıra ile ortaya çıkarak birer birer okuyacaksınız!

ATİLLA- (Ortaya çıkar:)

"Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak."

"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak."

"O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;"

"O benimdir, o benim milletimindir ancak."

 (Atilla çekilir, Nur gelir.)

NUR-

"Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı Hilâl!"

"Kahraman ırkıma bir gül. Ne bu şiddet, bu celâl?"

"Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;"

"Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl."

 (Nur yerine geçer, Mete gelir.)

METE-

"Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım."

"Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!"

"Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım:"

"Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım."

 (Mete yerine geçer, Serpil gelir.)

SERPİL-

"Garbın afakim sarmışsa, çelik zırhlı duvar;"

"Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var."

"Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar."

"Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar?"

 (Serpil, yerine geçer, Ateş gelir.)

ATEŞ-

"Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;"

"Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın."

"Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk'ın..."

"Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın."

 (Ateş yerine geçer. Güneş gelir.)

GÜNEŞ- "Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı."

"Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı."

"Sen şehid oğlusun, incitme yazıktır, atanı:"

"Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı."

 (Güneş yerine geçer, Birinci öğrenci gelir.)

BİRİNCİ ÖĞRENCİ-

"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?"

"Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!"

"Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hûda,"

"Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda"

 (Birinci öğrenci yerine geçer, ikinci öğrenci gelir:)

İKİNCİ ÖĞRENCİ-

"Ruhumun senden İlâhi şudur ancak emeli:"

"Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli;"

"Bu ezanlar-ki şehadetleri dinin temeli-"

"Ebedi yurdumun üstünde benim, inlemeli."

 (İkinci öğrenci yerine geçer, Üçüncü öğrenci gelir:)

ÜÇÜNCÜ ÖĞRENCİ-

"O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım."

"Her cerihamdan ilahî, boşanıp kanlı yaşım,"

"Fışkırır ruh-u mücerred gibi yerden na'şım!"

"O zaman yükselerek arşa değer, belki, başım."

 (Üçüncü öğrenci yerine geçer, Dördüncü öğrenci gelir:)

DÖRDÜNCÜ ÖĞRENCİ-

"Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı Hilâl!"

"Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl."

"Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:"

"Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;"

"Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl."

 (Çocuklar alkış tutarlar. Sonra hep birlikte İstiklâl Marşı'nın bestesini söylerler

 

 

 

 

 

EN GÜÇLÜ KİM?

 (Eski bir İbrani masalından uyarlama.)

 

Kişiler: Çocuk, Dev (Cin), Güneş, Bulut, Rüzgâr, Dağ, Madenci(ler), Koro

 

SAHNE

Sahnede bir güneş maketi ve bir köşede büyük bir dağ maketi görünmektedir. Dip tarafta bir su testisi vardır. Bir çocuk tarlada çalışmaktadır. Arka fon açık mavi olabilir.

 

Çocuk terini silerek doğrulur.

 

Çocuk: (Bezgin bir ifadeyle) Ooof of, çalışıyorum, çalışıyorum ama karnımı ancak doyuruyorum. Bir de tepemde şu güneş olmasa bari. Ben bir lokma ekmek için bu kadar ter döküyorum. Ama onun hiç umurunda değil.

 

Şarkı söylemeye başlar ve şarkı sözlerine  uygun hareketlerle çalışır.

 

Çocuğun şarkısı. ((k)  işaretliler koro)

Tarlaya pancar ekerim

Yaz boyunca ter dökerim

Çayı şekersiz içerim

Hani benim hani benim (k)

Hani benim şekerim (k)

Hani benim şekerim (k)

Bağlara çubuk dikerim

Çubuktan üzüm keserim

Üzümden şıra süzerim

Hani benim hani benim (k)

Hani benim pekmezim (k)

Hani benim pekmezim (k)

Güneşe pamuk atarım

Çapada çıplak yatarım

Bulutu balyalarım

Hani benim hani benim (k)

Hani benim göyneğim (k)

Hani benim göyneğim (k)

(Çocuk terini silerek, testinin yanına gider. Biraz su içer ve duvarın dibine çöker.)

Çocuk: Ey güneş biraz ara versen ne olur sanki.

Mahzunlaşır. Yavaşça gözleri kapanır. Uykuya dalar.

Işıklar kararır.

 

Sahne: Çocuk ayakta çalışmaktadır. Güneş maketinin ortasında bir başka çocuk yüzü görülmektedir.

Güneş şarkısını söylerken, çocuk öfleye pöfleye çalışmaya devam eder.

(Şarkılar ilk defa oyuncular tarafından solo söylenebilir. Dört mısra da bittikten sonra ikinci tekrarı koro tarafından söylenebilir)

 

Güneşin şarkısı

Işık topuyum parlarım

Donarsınız ben olmazsam

Yarın yeniden doğarım

Kaybolsam bile bu akşam

 

Çocuk çapa yaparak ilerlerken garip şekilli parlak bir şişe bulur. Tapasını açar, içinden duman çıkmaya başlar. Korkuyla yere bırakır. Daha fazla duman çıkar ve içinden bir dev belirir.

 

Çocuk: Hiii! Bu da nesi?

Dev: (Tok ve yavaş tempolu bir sesle) Sağ ol çocuk, beni bu şişeden kurtardın.

Çocuk: (Korkuyla) Sen de kimsin? 

Dev: Ben bu şişeye hapsedilmiş bir cinim. Yüzyıllardır beni şişeden birisinin kurtarmasını bekliyordum. Sen, iyi kalpli çocuk! Beni kurtardığın için seni ödüllendireceğim. İyi düşün. Yalnızca üç dileğini yerine getirebilirim.

Çocuk: (Sevinir) Yaşasııın.

Dev: Dile benden ne dilersen.

Çocuk: (Bir süre düşünür ve güneşe dönerek) İşte onun gibi güçlü olmak istiyorum. Her yeri aydınlatmalıyım ve her şeyi ısıtmalıyım. En güçlü o. Güneş olmak istiyorum.

Dev: Pekâlâ. (bağırarak, vurgulu)  lebbeyk! Sahip güneş olsun!

 

Güneş maketinin arkasında artık çocuk vardır. Neşe içinde güneşin şarkısına başlar.

Güneşin şarkısı

Lay lay lay la lay lay lom

Lay lay lay la lay lay lom

Işık topuyum parlarım

Donarsınız ben olmazsam

Yarın yeniden doğarım

Kaybolsam bile bu akşam

 

Şarkı devam ederken güneşin önüne bulut maketi taşıyan başka bir çocuk gelir.

 

Çocuk: Hişşt! Çekil önümden!

Bulut: (Şımarık) Çekilmem.

Çocuk: Çekil diyorum sana.

Bulut: Bana ne.

Çocuk: Bak şimdi öyle bir sıcak olacağım ki çekip gideceksin.

Bulut: (Gülerek) Hadi ne yaparsan yap.

 

Bulut şarkısını söylerken çocuk kızmakta ve yakınmaktadır.

 

Bulutun şarkısı

Pamuk deniziyim gökyüzünde

Kar yağmur taşırım ben göğsümde

Bazen şimşekler çıkar benden

Sular vardır benim özümde

 

Çocuk: Ciiin ciiin. Çabuk gel.

 

(Dev gelir)

 

Dev: Ne istiyorsun ey sahip.

Çocuk: En güçlünün güneş olduğunu sanıyordum ama şu bulut geldi, önümde durdu. Hiç bir şey yapamıyorum. Demek ki, bulut daha güçlüymüş. Bulut olmak istiyorum. Hadi, hadi! Bulut yap beni. Çabuk ol!

Dev: Peki ey sahip. Lebbeyk! Sahip bulut olsun

 

Çocuk artık bulut maketindedir.

 

Çocuk: Yaşasııın! Yağmurlar yağsın, şimşekler çaksın!

Neşeyle şarkısına başlar.

 

 Bulutun şarkısı

 

Pamuk deniziyim gökyüzünde

Kar yağmur taşırım ben göğsümde

Bazen şimşekler çıkar benden

Sular vardır benim özümde

 

Şarkı devam ederken, rüzgâr sesi duyulur ve tülleri savrulan bir çocuk girer. Salınarak gelir ve bulutu itmeye başlar.  Bulut bir süre direnir.

 

Çocuk: Ne oluyor yaa. Neden beni itiyorsun.

Rüzgâr: (Kibirli) Önüme katarım her şeyi. Çok götürdüm senin gibisini.

Çocuk: İtme beni, itme ne olur.

Rüzgâr: Hele bulutlara hiç acımam.

Cocuk: Neden yaaa!

 

Rüzgâr değişik yönlere doğru dans ederek giderken şarkısına başlar

 

Rüzgârın şarkısı

Koşarım ben hiç duramam

Esmezsem ben, ben olamam

Biraz deliyim darılmayın

Durdurmak için yorulmayın

 

Yeniden buluta doğru gelir ve onu itmeye başlar. Beraberce ve yavaşça hareket ederler.

 

Çocuk: (Ağlamaklı bir sesle)  Vay be. Rüzgâr daha güçlüymüş. (bağırarak) Ciiin, ciin. Yetiş!

 

Dev yeniden sahneye gelir.

 

Dev: Söyle ey sahip.

Çocuk: Tam güneşin önünü kapatıp yağmurlar yağdıracaktım ki, rüzgâr gelip beni kovaladı. Asıl en güçlü olan rüzgârmış. Rüzgâr olmak istiyorum. Rüzgâr olmak istiyorum.

Dev: Lebbeyk. Sahip rüzgâr olsun.

 

Çocuk rüzgâr tülleriyle dans ederek süzülür ve şarkısına başlar.

 

Rüzgârın şarkısı

 

Koşarım ben hiç duramam

Esmezsem ben, ben olamam

Biraz deliyim darılmayın

Durdurmak için yorulmayın

 

Şarkı devam ederken çocuk dağa çarpar. Şarkıyı söylemeyi bırakır.

 

Çocuk: (Şaşırarak) A aaa! Ne oluyor ben nereye tosladım.

Dağ: (Kendinden emin rahat bir sesle) Bre gafil! Ne dolanırsın önümde?

Çocuk: Şimdi görürsün sen.

 

Çocuk geriler bir daha dağa doğru hamle yapar. Yine çarparak durur. Gittikçe sinirlenir.

 

Dağ: Yavrucuğum boşuna yorma kendini.

Çocuk: Öyle bir eseceğim, öyle bir eseceğim ki seni yıkıp geçeceğim.

 

Çocuk her seferinde dağa çarparak birçok kez hamle yapar.

Dağ güler ve şarkısına başlar.

Dağın şarkısı

Ak saçlarım kardandır

Bütün gövdem kayadandır

Eskilere dayanır yaşım

Belki ağırlığım ondandır 

 

Şarkı bitince,

 

Çocuk: Nasıl oluyor ben ki o kadar güçlüyüm ama şu dağı yerinden kımıldatamıyorum. Dağ daha güçlüymüş. Dağ olmalıyım, dağ olmalıyım. Ciiin, ciiin!

 

Dev gelir.

 

Dev: Yine ne istiyorsun?

Çocuk: (Ağlamaklı) Tam en güçlü olmanın keyfini çıkartıyordum. Şu koca dağ önüme çıktı ne yapsam onu geçemiyorum. Bana yardım et.

Dev: Nasıl yardım edebilirim?

Çocuk: Beni dağ yapabilirsen en güçlü olabilirim.

Dev: Yalnızca üç hakkın vardı ve sen onu kullandın. Artık dileklerini yerine getiremem.

Çocuk: Ama bu haksızlık. Ben dağın daha güçlü olduğunu bilmiyordum. Bir şey yapamaz mısın?

Dev: Sen iyi kalpli bir çocuk olduğun için sana son bir şans vereceğim. İyi düşün ve söyle. Çünkü başka şansın olmayacak. Gerçekten dağ olmak istiyor musun?

Çocuk: Eeveeet.

Dev: lebbeyk! Sahip dağ olsun!

 

Çocuk dağ maketinin ardına geçmiştir. Keyifle şarkısına başlar.

 

Dağın şarkısı

 

Ak saçlarım kardandır

Bütün gövdem kayadandır

Eskilere dayanır yaşım

Belki ağırlığım ondandır 

 

Şarkı devam ederken bir madenci (veya madenciler)  dağa kazma vurmaya başlar.

 

Çocuk: Aman ne oluyor. Birisi içimi oyuyor. Ama nasıl olur en güçlü benim.

 

Madenci(ler) şarkı söyler

Cehenneme ben inerim

Kömürü de ben sökerim

Kara kışta titrerim

Hani benim hani benim (k)

Hani benim kömürüm (k)

Hani benim kömürüm (k)

 

Çocuk: Heeey! Ne yapıyorsunuz siz orada niye içimi oyuyorsunuz.

Madenci(ler): Ben (biz) emekçi bir insanım (insanlarız). Fabrikalar çalışsın ve insanlar ısınsın diye çalışır kömür çıkarırım(çıkarırız).

Çocuk: Eyvah mahvoldum. şu içimi oyan insan çok daha güçlüymüş benden. Ciiiin, ciiin.

 

Dev yeniden gelir.

 

Dev: Yine ne var?

Çocuk: (Ağlamaklı) Ben insan olmak istiyorum.

Dev: Sana başka şansının olmadığını söylemiştim. Hem sen, zaten insandın.

Çocuk: Ama en güçlü oymuş.

Dev: İşte böyle çocuğum. İnsan kendi gücünün ve yeteneğinin farkına varmıyor. Bu ders senin için en büyük ödüldür. Seni tekrar eski haline döndüreceğim.

Işık kararır.

 

Sahne: Çocuk uykuya daldığı yerdedir. Güneş ve dağ maketleri yerlerindedir.

 

Çocuk: (Gözleri kapalı) Yaşasın eski halime döndüm. (Gözlerini ovuşturarak açar ) Vay be! Ne ilginç bir rüyaydı. (Dağa ve güneşe bakar) Demek ki çalışan, üreten insan, aslında en güçlü olanmış. Hiç başkalarına öykünmeye gerek yokmuş. İnsan gücünün farkına varmalı ve kendi geleceğini eline almalı.

 

Ayağa kalkar ve çalışmaya başlar. Önce çocuk sonra diğer oyuncular şarkıya başlar.

(Hep beraber şarkı sözlerine uygun hareketlerle şarkılarını söylerler. Halkoyunu motiflerinden yararlanılan basit  figürler oluşturulabilir.)

 

(Şarkı: Halkça. Beste: Kutup Yıldızı. Hasan Hüseyin ustaya saygıyla)

Tarlaya pancar ekerim

Yaz boyunca ter dökerim

Çayı şekersiz içerim

Hani benim hani benim (k)

Hani benim şekerim (k)

Hani benim şekerim (k)

Bağlara çubuk dikerim

Çubuktan üzüm keserim

Üzümden şıra süzerim

Hani benim hani benim (k)

Hani benim pekmezim (k)

Hani benim pekmezim (k)

Güneşe pamuk atarım

Çapada çıplak yatarım

Bulutu balyalarım

Hani benim hani benim (k)

Hani benim göyneğim (k)

Hani benim göyneğim (k)

Cehenneme ben inerim

Kömürü de ben sökerim

Kara kışta titrerim

Hani benim hani benim (k)

Hani benim kömürüm (k)

Hani benim kömürüm (k)

Yeter artık yeter be

Yeter artık yeter be (k)

Bu rezillik yeter be

Bu rezillik yeter be (k)

Bu iş burda biter be

Gelsin benim, gelsin benim (k)

Gelsin benim de günüm (k)

Gelsin benim de günüm (k)

mErHaBa  
   
Bugün 17 ziyaretçi (31 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol